II. Meşrutiyet Dönemi ve Sonrası Türk Tiyatro Tarihi

Memleketimizde ilk tiyatro faaliyeti, İstanbul’da sefarethanelerin düzenledikleri önemli günlerde yapılan salon temsilleri ile başlamıştır. Alemdar Yalçın’ın II.Meşrutiyette Türk Tiyatro Tarihi kitabında, III. Ahmet devrinde Fransız sefiri Bonac yazdığı sefaretnamesinde kendi devrinde bir komedinin sahnelendiğini söylemektedir. Tiyatronun diğer edebi türlerinden ayrılan bir çok farkı vardır. Kendine ve çıktığı kültürel bünyeye has bir sosyeteyi de kendiliğinden getirmesi buna örnektir.

Tiyatro edebiyatının bir memlekette başarılı olması için bir takım yardımcı unsurlara ihtiyacı vardır. Bu yardımcı unsurlar ilk olarak , sahne ve seyircidir. İkincisi ise sergilenen tiyatro oyunudur. Bir tiyatro oyunu seyirci tarafından ne kadar sevilir ve takdir edilirse, o kadar başarılı olmuş sayılır. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, XIX. Asır Türk edebiyatı tarihi kitabından edindiğim bilgiye göre; Avrupai tiyatro nevi’leri ile ilk münasebetimiz 1842 yılına isabet etmektedir. Gerek Ceride-i Havadis’te, gerekse diğer bazı kaynaklarda Venedikli Jüstinyan’ın Galatasaray’daki Fransız tiyatrosunda bir İtalyan trupunun İtalyanca komedi temsil ettiğini , bu temsilin tercüme edilmiş hülâsasının ise,”dört yol ağzındaki kitapçı Dubois’nin dükkanında satıldığını” öğreniyoruz. (Tanpınar)

Türk Tiyatro Tarihi

II. Meşrutiyet Dönemi ile ilgili merak edilen tiyatro tarihi
II. Meşrutiyet Dönemi ile ilgili merak edilen tiyatro tarihi

Avrupa’dan gelen çeşitli tiyatro grupları 1845’den itibaren Hristaki Pasajındaki Naum Tiyatrosunda oyunlarını sergiliyorlardı. Avrupai ve batı tarzına ilgi gösteren ve özenen Türkler bu tiyatro oyunlarını sergilemeye gidiyorlardı. Bu temsiller Türkçe olmadığı için tercüme edilmiş bir hülâsası da önceden izleyicilere dağıtılıyordu. Hatta, Sultan Abdülmecit de bu oyunları seyretmeye gidiyordu. Sultan Abdülmecit, temsilleri kafes arkasından seyrediyordu. Ancak “Hünkarın böyle yerlere devam vekâr-ı şâhâne ile telif edilemeyeceği” için tenkitlere uğramıştır. (Çelebi, 1928) . 1854 yılında gayrimüslim cemaat mekteplerindeki temsilerin daha sonra amatörce bir hal ile tiyatro trupları şeklini almaya başlamışlardır.

Gayrimüslimlerin tiyatroya olan alakası zaten Türk halkı tarafından yadırganan tiyatroya bir nefret daha uyanmasına sebep olmuştur. Bu konuda ilk önemli adım Şark Tiyatrolarıdır. İstanbul’da tiyatro faaliyetleri bir ayrıcalık tanınarak Naum Efendiye verilmiştir. Naum Efendi’den başka hiçbir kimseye tiyatro faaliyeti ile ilgili müsaade verilmemiştir.

Bu dönemde Şark tiyatrosuna epeyce yatırım yapılmıştır. Devrinin en modern sahne teşkilatı ile teçhiz edilmiştir. Tiyatro oyunlarında kadın rolleri için aktris de bulunarak sahneye çıkarılmıştır. Şark Tiyatrosuna yapılan büyük masraf ve harcanan emek karşılığını alamamıştır. Kendi kendini finanse edemeyecek duruma geldiğinde ise perdelerini kapatmak zorunda kalmıştır.

Tiyatro anlayışı özellikle Müslüman halk tarafından ahlaksızlık olarak değerlendirilmiştir. Ermeni ve Çingene aktrislerin sahneye çıkarılması bu düşünceyi daha da kuvvetlendirmiştir.

Avrupai Türk Tiyatrosunun en önemli hadiselerinden biri , Osmanlı Dram Kumpanyasının kuruluşudur. Bu kumpanyayı diğer kumpanyalardan ayıran özelliği , Osmanlı münevverlerinin fiili teşfik yardımları ile desteklenmiş olmasıdır.

II. Meşrutiyet Sonrası Türk Tiyatro Tarihi

Memleketimizde yeni bir sanat nev’i olan tiyatronun tam manasıyla tekamül edebilmesi için tiyatro edebiyatının belirli bir seviyeye çıkması lazımdır. Bu gerçeği Namık Kemal Tiyatro isimli makalesinde Avrupa’dan örneklerle açıklar. 1908’den sonra neşredilen tiyatro tenkitlerinde de en çok bu hususa değinilmiştir. (Yalçın, 2002)

II. Meşrutiyet’in ilanına kadar ; manzum tiyatro, tiyatro eseri yazarlarımızın fazla dikkatini çekmemiştir. Manzum tiyatro konusunda asıl hareketlilik , II. Meşrutiyet’in ilan edilmesinden sonra yaşanmıştır.1908’den sonra, bir propaganda aracı olarak kullanılmak üzere devlet tarafından da desteklenen tiyatronun , ciddi bir gelişme gösterdiği açıktır. Meşrutiyet’in ilanından itibaren Türk toplumuna hakim olan hareket, çok ciddi bir taşkınlıktır.

II. Meşrutiyet Dönemi tiyatro hangi koşullardaydı
II. Meşrutiyet Dönemi tiyatro hangi koşullardaydı

II. Meşrutiyetin ilanında sonrası olarak kast edilen devir Sultan II.Abdülhamit Han devridir. Eski rejimi kötüleyen piyeslerin bir kısmı padişahın şahsına yapılan , onu küçük düşürmeye çalışılan iddiaları içine almaktadır. II. Abdülhamit Han’ kast ederek yazılan “ Gasp ve Nedamet ve Yine İhanet” isimli piyeste padişahın şahsı ile ilgili bazı davranışlar bulunmaktadır. Abdühamit’in içki ve safahat düşkünü , sarayda kurduğu tiyatroda genç kız ve cariyelerle eğlenen bir tip olarak anlatılmıştır. Padişah’ın şahsiyetini ele alarak tenkit eden piyeslerden bir başkası da “Yıldız Faciaları”dır. (Vassaf). Bu piyes içeriğinden dolayı daha çok hikayeyi andırmaktadır.

Yıldız Faciaları piyesinin ilk sahnesinde Arap İzzet Paşa’nın yaptığı kötülükler ve işkenceler anlatılmaktadır. İkinci sahnesinde, Ali Rahim ve Ömer Fuat isimli iki gencin duvarlara rejim aleyhinde afiş asmaktan yakalanarak zindana kapılması anlatılmıştır. Piyesin diğer perdeleri , padişahın çalışma odasında geçmiştir. Padişahın kadınlara aşırı bir zaafı olduğunu hatta cariyelerinden Gülgûn’e daha fazla ilgi ve alaka gösterdiği anlatılmıştır. Padişahın şahsiyeti ile oynanan bu piyeslerin asıl anlatmak istediği 31 Mart Vakası ve Hayret Ordusudur. II.Meşrutiyet döneminde sergilenen bir diğer önemli piyes “ Düzgün Yüz Yahut Hürriyet Ordusu “ ‘dur. Bu eser İttihat ve Terakki cemiyetinin ileri gelenlerinden biri olan, Dr. Kamil Bey tarafından yazılmıştır. Piyeste padişahın şahsiyeti ile ilgili anlatılanlar tamamen hayal ürünüdür. Bunu yazarın şu notundan anlamaktayız:

“Abdülhamid’in esvâf-ı ahlâkiyesini musavver muhayyelât-ı fikriye ilâve edilmiştir”

Yazara göre Sultan Abdühamit normal bir insan değildir. Abdülhamid Han’ın psikolojisinin sıkıntılı olduğunu düşünmektedir. Bu düşüncesini eserlerine de fazlasıyla yansıtmıştır. Yazdığı piyesin şu kısmından bu düşüncesini net bir şekilde anlayabiliriz:

“( Birkaç kereler üst üste esner, uyuklamaya başlar, bazı yazıhane üzerine düşer, uyur. Biraz sonra sayıklar ) İntikâm! İntikâm!(kahkahalarla güler)”(Sayfa:11)

Piyeste Abdülhamit sık sık rüyalar görmektedir. Bu rüyaları genel olarak kabus şeklindedir. Rüyasında gördüklerini anlatırken bile normal insan tavrından uzak bir şekilde tavır sergilemiştir. Yazar padişahın genel olarak tiksindirici bir insan olduğunu vurgulayarak piyeste anlatmıştır.

Saraydaki cariyelerin Abdülhamit’ten tiksindiklerini yalnızca mecbur oldukları için ona itaat ettiklerini söylemiştir. Abdülhamit’in dilinde sürekli argo ve küfürlü kelimeler olduğunu anlatmıştır. Hatta bu küfür öylesine ileri derecedir ki dindar zümreler hakkında bile çok kötü sözler kullandığını ve onları aşağıladığını anlatmıştır. Padişah’ın iki yüzlü bir insan olduğunu piyeslerinde güçlü bir şekilde vurgulamıştır. Eski rejimin en çok tenkit edilen ve hakkında yazı neşredilen icraatından ilki, hafiye teşkilatı ve jurnallerdir.

Merhum Hakkı Paşanın kızı Fehime Nüzhet

Bu piyeslere göre, hafiyeler vazifelerini gerçekten vatansever insanlar oldukları için değil devlet ve millet menfaatine değil, mal ve mevki hırslarına düştükleri için yapmaktadırlar. Bu piyesler arasında “ Hafiye Mel’anetleri” isim ve muhteva bakımından ilk sırada yer almıştır. Bu piyes esas olarak hafiyelerin yaptıkları kötülükler sonunda ortaya çıkan bir aile faciasını ele almaktadır. Eski rejimin hafiyelik müessesini tenkit maksadıyla merhum Hakkı Paşanın kızı Fehime Nüzhet de “ Bir Zâlimin Encâmı” isimli bir piyes yazmıştır. Hafiye meselesini işleyen piyeslerden biri de Genç Zabit Yahut İstibdat Zulümler’dir.II. Meşrutiyet sonrasında rüşvet,suiistimal ve işkenceye temas eden bir çok piyesler yazılmıştır. Bütün devlet ricalinin vazifesini ihmal ettiğini iddia eden Menfiler Yahut Felâket-i İstibdat isimli piyeste,herkes kendi görevini hakkı ile yerine getirirse, Padişah ne kadar kötü olursa olsun idarenin düzgün işleyeceğini anlatmaktadır.

Eski rejimin sona ermesinde zabitanın büyük bir tesir icra ettiğini biliyoruz. Meşrutiyet döneminde yazılan piyeslerde zabitleri önemli bir yeri olmuştur. Harbiye’den mezun olan subayların tamamına yakın bir kısmı padişaha ve rejime karşı fikirlerle yetiştirilmişlerdir. O devrede Harbiye’de İstanbul’lu talebelerle, taşralı talebeler arasında kavgaların da yaşandığı bilinmektedir. Zabitanın durumuna temas edeb piyeslerden Plevne Müdafaası sırasında ortaya çıkan Devr-i Sabıkta Vükela isimli piyestir. Burada hakikatleri söylediği için zindana atılan piyes kahramanı, Naci Bey’dir. Bu piyeslerde konu genellikle terfi ve rütbelerin maddi menfaat karşılığı satılmasıdır. İftiralar yanında bizzat faaliyetleri sebebiyle sürülen zabitler de olmuştur. Bunlar sırasıyla; Hafiye Darbesi Yahur Bir Kızın İntikamı’nın kahramanı Raci, cebinde Mithat Paşa’nın fotoğrafını taşıdığı için, genç Zabit’te Mülâzim Hilmi Bey hafiyelerin tuzağına düşerek, rejim aleyhinde bulununca sürgün edilmiştir.

İttihat ve Terakki Cemiyeti

II. Meşrutiyet Dönemi
II. Meşrutiyet Dönemi

Meşrûtiyet’i ilân eden parti olarak görülen İttihat ve Terakki Cemiyeti, işin propaganda kısmını ihmâl etmez. İyi bir propaganda aracı olarak görülen tiyatro da bu işten nasibini alır ve bu dönemdeki tiyatro faaliyetleri doğrudan devlet desteği ile müthiş bir hız kazanır. İttihat ve Terakki’nin bu dönemde propagandaya yönelik tiyatro eserlerinin yazılmasını teşvik ettiği bilinir.

Piyeslerin bir kısmında ise zabitlerin sistemli bir mücadele içinde yer aldıkları görülmektedir. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Selânik, Manastır ve Resne gibi Rumeli şehirlerindeki faaliyetlerinde yer almaktadırlar.

Bu piyeslerde rastlanan bir diğer mesele ise Jön Türkler olmuştur. Jön Türk aslında umumi bir isimdir. Sıkı bir takip ve kontrol altında tutulan Jön Türklerin faaliyetlerini tarihi hakikatlere uygun olarak anlatan piyeslerden biri de Mâzi ve Âti’dir. Piyeste Jön Türklerin faaliyetleri ve faaliyet gösterdikleri yerler aynen anlatılmıştır.

Mesâib-i İstibdat

Piyesin yazarı Jön Türklerin fikir ve politikalarını çok iyi bilen biri olması bunda çok etkili olmuştur. Jön Türklerin yaptıkları ile alakalı piyeslerde anlatılan şehirlerden bir tanesi de Cenevre’dir. Cenevre, Tanzimat’tan sonra Avrupa’ya giden gençlerin faaliyet gösterdikleri bir şehirdir. Burada Osmanlı münevverleri muhtelif gazete ve mecmua neşretmişlerdir. Jön Türklerin yurt dışımdaki taraflarıyla haberleşmeleri hususunda da Mesâib-i İstibdat isimli piyeste bazı hususlara temas edilmektedir.

Piyesin kötü kahramanı olan Fâiz iftira atmak amacıyla yazdığı mektupta, gizli haberleşmenin Fransız Posta hanesi vasıtasıyla yapılmasını teklif etmektedir. Buradan yabancı posta şirketlerinin mektuplarının kontrol edilmediği anlaşılmaktadır. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Mısır, Paris, Cenevre ve sâir merkezleriyle münasebet için bu yabancı posta haneleri kullandığını biliyoruz. Bu konu ile ilgili Tokadzade Şekib Bey şunları söylemektedir;

“ Biz evvelce bir cemiyet teşkil etmiştik. Avrupa’daki hürriyetperverlerin gazetelerini İzmir’e getirtir; buradan da Avrupa’ya gönderirdik. Bu paralar tarafımızdan verilir; kıymetli arkadaşlarımızdan Yüzbaşı Doktor Galip Bey İngiliz Postahanesine tevdi ederdi” (İnal, s. 1749)

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin hususiyetlerini anlatan kapsamlı bir piyes bulunmamaktadır. Ancak belli başlı hadiselerin büyük kısmında tesiri olması münasebetiyle cemiyetin faaliyetleri anlatılmıştır. Adalet yerini buldu isimli piyeste Burhan Bey’in hürriyetperver arkadaşlarıyla gizli toplantılar yaparak Kemal’den şiirler okuduklarını görüyoruz. Mukaddime-i İnklap isimli piyeste Arnavutluk eşrafından mütekaid Halil Bey’in evinde yapılan gizli toplantıda da yine gizli olarak padişahın hal’i ile alakalı konular konuşulur. Kâzım Nâmi’nin Nasıl Oldu isimli piyesinde ise İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin gizli toplantıları, komitacılık faaliyetleri uzun uzun anlatılmaktadır.

Bu devirde İttihat ve Terakki Cemiyetini ve temsilcilerini tenkit eden piyesler yazılmıştır. Bunlardan en mühimi Hürriyet Kurbanları’dır. Meşrutiyetin ilan edildiği döneme kadar Ermeni ve Rum Patrikhanesi yelerinin Genç Türkler ile birlik olarak hükümete karşı çıktıklarını bilmekteyiz. Padişahın azınlıklara kin beslemesiyle beraber aksine onlara karşı sürekli sağduyulu davranmıştır. Ermeniler Doğu Anadolu dışında İstanbulda’da bir çok siyasi olaylar çıkarmaya çalışmışlardır. Fakat her seferinde hükümet tarafından engellenmişlerdir. Padişahın bu konu hakkında yaptığı davranışları konu olarak yazılan bir çok piyes vardır. Bunlardan bir tanesi , İttihat ve Terakki Cemiyeti taraftarı Mehmet İhsan tarafından yazılan Ermeni Mazlumları piyesidir.

1908 hareketinden sonra meydana gelen hadiselerin en önemlisi harpler olmuştur. Bu devrede yazılan piyeslerden bazılarının İtalyanlara karşı sürdürülen bu çete muharebelerine temas ettiğini görmekteyiz.

20. yüzyıl

20. yüzyılın ilk çeyreğini neredeyse tamamen savaşlar içerisinde geçiren Türkler, bir toplumsal bunalıma doğru sürüklenirken ülkelerini kaybetme tehlikesiyle de karşı karşıyadırlar. Bu felâket hissi, birçok oyunda kendisini gösterir. Balkan Savaşları’ndan başlayarak I. Dünya Savaşı ve bu savaş içindeki çok çeşitli cepheler, bu dönemdeki tiyatro oyunları için önemli birer kaynak niteliği taşır. Özellikle Çanakkale Cephesi’ndeki kahramanlıklar, diğer taraftan Plevne gibi yerlerde görülen müthiş savunma savaşları, Sarıkamış’ta yaşanan felâketler, tiyatro oyunlarında çok sık rastlanan konulardır.

Yazarları da umumiyetle zabit olan piyeslerden ilki Abdurrahman Ali’nin Devlet-i Aliye İtalyan Muharebesi Yahut General Kanova’nın Nedameti isimli piyestir. Trablusgarp hâdisesinden sonra en önemli olay Balkan Harbi olmuştur. Bu muharebenin gelişmesi sırasındaki olayları anlatan , bir de Balkan Harbini umumi olarak ele alan piyesler vardır. Balkan Harbinden özel olarak bahsedilen piyeslerden bir tanesi Süleyman Sırrı’nın Gayz isimli piyesidir.

Balkan Harbinden çok kısa bir süre sonra meydana gelen ve bir anda bütün dünyayı içerisine alan 1.Dünya Savaşına memleketimizin de katılmasıyla savaş bir anda Akdeniz, Küçük Asya ve Ön Asya’ya da yayılmıştır. Bu konu hakkında da bir çok piyesler yazılmıştır.

Osmanlıcılık fikrini işleyen piyesler yazılmıştır. Hemen bir çok piyeste Osmanlılık ve Osmanlıcılıkla alakalı fikirler bulunmaktadır.

Tanzimat fermanının ilanından sonra başlayan fikir cereyanları arasında yer alan İttihat-ı İslâm fikrinin 2. Meşrutiyetten sonra da ciddi bir fikir olarak yayıldığını görmekteyiz. 1908 hareketinden sonra İttihat ve Terakki Fırkası İslam birliği fikrini müdafaa etmiş , Harb-i Umumi sırasında bu maksatla Abdül Reşit Efendi ve Seyyit Tahir Efendiyi İslam ülkelerine ve uzak şarka göndermiştir. Osmanlı devlet ve siyaset adamları bir harp sırasında Halife-i Ruy-i zemin etrafında bütün İslam devletlerini siyasi bir güç olarak birleştirebileceklerine inanıyorlardı.

Fransız ihtilalinden sonra Avrupa’da başlayan milliyetçilik hareketi Paris’e giden Osmanlı gençlerine tesir etmiştir. Şinasi’nin bir Türkçe lûgat hazırlaması ve muhtelif şivelerden kelime toplaması, Ali Suavi’nin makalelerinde temas ettiği konular bu harekatın başlama nedenlerinden olabilir. Ancak devletin o zaman içinde bulunduğu durum ve yapısı sebebi ile Osmanlı münevverlerinin bunu siyasi bir harekat haline getirmediklerini görüyoruz. Siyasi Türkçülük hareketinin en gözde taraflarından biri Aka Gündüz olmuştur. Aka Gündüz romanlarında olduğu gibi piyeslerinde de Türkçülük fikrini işlemiştir. Yarım Türkler isimli piyesi kozmopolitizm ve Türkçülük anlayışının mücadelesini ele alan önemli bir örnektir. Yeni Osmanlıların ileri sürdükleri fikirlerden biri de halk ve halkçılık tabirleri oluştur. İttihat ve Terakki Fırkası’nın müdafaa ettiği bu fikri müdafaa eden gazeteler de çıkarmışlardır. Halk ve halkçılık fikrini Ziya Gökalp iki madde ile formüle etmiştir. Münevverler halka doğru gitmelidir. Bu iki maksat ile yapılmalıdır:

1. Halktan harsi bir terbiye almak için ,

2. Halka medeniyet götürmek için .

Bu hususlar piyesler vasıtası ile propagandasının yapıldığını görmekteyiz. Halk ve halkçılık fikriyle birlikte Cumhuriyet devrinde yapılan bazı inkılâplar da bu tarz piyeslerde işlenmektedir. Bu konu üzerine yazılan piyeslerin en karakteristiğini Memiş Çavuş serisi meydana getirir. Tunalı Hilmi Bey, Türk köylüsünün hususiyetlerini Memiş Çavuşun şahsında toplayarak, kendi fikirlerini ona söyletir. Piyeste mebusların ağırlanması meselesinde köylünün çektiği müşkülatı da anlatmaktadır.Yazar burada iki fikrin propagandasını yapmaya çalışır. Bunlardan birisi dilde sadeleştirmedir.

Bir diğer husus ise mebusların ve okumuş insanların ağızlarında sakız haline gelen “halkçılık” tır . Tamamı 43 sayfa olan piyesin sanatsal bir değeri yoktur. II. Meşrutiyet’ten sonra tiyatro tarihinde feminizmi konu alan piyesler de yazılmıştır. Bu devrede çıkan kadın mecmuaları buna öncülük etmiştir diyebiliriz. Kadınların cemiyette daha fazla bulunması gerektiğini savunan muharrirlerimizin başında Servet-i Fünun ve Fecr-i Âti çevresinin geldiğini söyleyebiliriz. Bilhassa Mehmet Rauf, İzzet Melih, Hâlit Ziya, Ahmet Hikmet bunların başında sayılabilir.

Talim ve terbiye

Talim ve terbiye meselesini tek başına ele alarak işleyen piyesler bulunmamakla beraber, bu hususa temas eden piyeslere rastlamaktayız. Piyeslerde talim ve terbiye fikri geniş bir yer tutmamakta, sadece bazı bölümlerde kısaca işlenmektedir. Talim ve terbiye sisteminin cemiyetin yapısına ters düştüğü, bu sebeple talebelerin mekteplerden soğuduğunu anlatan Türk Kanı isimli piyesin kahramanı Orhan buna misal olarak verilebilir. Orhan mektepten soğumuştur. Çünkü Rumeli’de halk vahşice öldürülürken, Bulgarlar zulüm ve işkenceyi sürdürürken, mekteplerde ahlak derslerinde başka milletlerin sevilmesi lazım geldiğinin öğretilmesi yanlış olmuştur. Tiyatro sahasında özellikle maarifle ilgili piyeslerin bir kısmı da mekteb temsilleridir.

Bunlar tamamen pedagojik mahiyet taşıyan temsillerdir. Bunlardan birisi Mekteb-i Sultani talebeleri için yazılmış olan müzikli bir temsildir. Hesap İmtihanı ismini taşımaktadır. Tamamı 24 sayfa olan piyeste maarifle alakalı başlıca iki problem üzerine durulmaktadır. Piyesin yazarı edebiyat öğretmeni olduğu için de edebiyat kolunun daha üstün olduğunu anlatmıştır. Bir diğer önemli mesele dil meselesi olmuştur. Türkçenin gün geçtikçe sadeleşmesi nedeni ile öğretmenleri ile talebeler arasındaki dil farklılaşmasını ele almaktadır.

Talim ve terbiye konusunda yazılmış bir diğer önemli piyes Karanlıktan Aydınlığa isimli piyestir. Yazar , cehalet ve bilgiyi karşı karşıya getirip birbiri ile mücadele ettirir. Yazar ilme ve eğitime verilecek ehemmiyeti anlaşılır bir dil kullanarak ifade etmiştir. Genellikle komedi türünde piyesler yazan Mehmet Talat bu piyesinde diğerlerinden farklı olarak bir mesaj vermeyi denemiştir. Buda bilgi ve bilginin faydaları şeklinde anlatılabilir. Alafranga hayat tarzını meşrutiyetten önceki devrelerde ele alarak işleyen, içine istibdat ve hafiyelikle alakalı aktüel bazı siyasi motifler de koyan Saffeti, Ziya Bey’in Hıralambos Cankiyadis isimli piyesi bu hususa temas eden en tipik piyeslerdendir.

1908’den sonra neşredilen piyeslerin hemen büyük bir kısmında kadın, aile ve cemiyetin sair bazı kıymet hükümleri nasıl yeni baştan münakaşa edilmeye başlamışsa, izdivaç şekilleri de yeni baştan ele alınarak münakaşa edilmiştir.

Evlilik ile İlgili

Evliliğin kadınla erkek arasında yapılan bir anlaşma olduğu fikrini konu alan piyesler, bu devrin en belirgin hususiyetler olmuşlardır. Bu içeriklerde genel olarak görücü usulü evlilikler konu alınarak yazılmıştır. Cenab Şahabettin ‘in Körebe’sinde, Tahsin Nahit’in Firar’ında ve Raif Necdet’in Tiraje’sinde bu fikirler işlenmiştir. Anlaşarak evlenmeyi işleyen Mehmet Talat’ın Guguk Hanımcığım isimli komedisi kızının koca seçmesine karşı çıkan anneyi tenkit etmiştir.

Ahlaktan uzak olan kadınların ruh hallerini ve içinde bulundukları durumu mizahi bakımdan malzeme olarak kullanan piyesler de umumiyetle skeç şeklinde kaleme alınmıştır. Bu konuyu ele alarak yazılan İbnürrefik Ahmet Nuri Beyin Gücü Gücü Yetene isimli piyesi vardır. 1908’den sonra yazılan piyesler arasında yabancı kadın meselesine doğrudan ve dolaylı olarak temas edenler mühim bir yer tutar. Yabancı kadın teriminden kasıt gayrimüslim kadınların Türk erkekleriyle evlilik veya gönül maceralarıdır. Türk erkeklerini Rum, Ermeni veya diğer Hıristiyan kadınlarla Avrupai eğlencelerde bir arada görmekteyiz. Bu kadınlar evlendikleri gibi, Beyoğlu, Taksim ve Şişli gibi Avrupai hayatın ve eğlencenin kesif olduğu bölgelerde apartman dairelerinde eğlence geceleri tertiplerler. İbnürrefik Ahmet Nuri Beyin mudhidekeleri arasında bu konuyu işleyenler vardır. Kısmet Değilmiş isimli piyesi buna örnek olarak verilebilir.

Müfit Ratip’in Zincir’i yabancı kadın meselesine temas eden piyeslerdendir. Şahabettin Süleyman Bey’in Fırtına isimli adı altında topladığı piyeslerin içinde yabancı kadın problemine temas eden piyesler de vardır.

II. Meşrutiyet sonrası yazılan piyesler

II. Meşrutiyet sonrası yazılan piyeslerde meşrutiyet, nadiren de cumhuriyet fikrinin hakim olduğunu görmekteyiz Devrin heyecan ve hamasi mefhumlarının tesiriyle Sultan Abdülhamit Han’ın idaresini ,şahsiyetini ve ricalini alabildiğine tenkit etmek maksadıyla yazılmıştır. Yazılan bu piyeslerin bir kısmı da içtimai değişikliklere değinmiştir. Bu piyeslerde kadın ve aile meseleleri ele alınmıştır.

Tiyatro diğer edebi eserlerden farklı olarak bazı teknik bilgiler bilmeyi gerekmektedir. Sahne bilgisine sahip olmayan kulis, sahne, seyirci ve aktör münasebetleri hakkında tecrübesi olmayan kimselerin yazdıkları piyeslerin sanat değeri haliyle zor olacaktır. II. Meşrutiyetin ilanından sonra müstakil karar verme hakkını kendisinde görmeye başlayan edebiyatçılarımız tercihlerini alternatiflerini soğukkanlılıkla değerlendirerek yapmamışlardır. Tiyatronun ustalarından kabul edilen Moliere gezici tuluat tiyatrolarında uzun müddet aktör olarak çalışmıştır. Dar’ül Bedayi’nin ilk senelerinde edebi heyette vazife alan Yahya Kemal, bugün yeni yeni kabul edilen fikirleri o zaman müdafaa ederek, hareket noktası olarak kendi temaşa sanatlarımızı almamızı teklif etmiştir.

Meşrutiyet’in ilân edildiği yıl olan 1908’den itibaren manzum oyunlar, gerek kitap gerekse tefrika hâlinde yayımlanmaya başlar. Ancak bu dönemde, Tanzimat Sonrası Türk Edebiyatındakine benzer tartışmalar, daha çok 1916 yılından itibaren görülür. Çünkü tartışmaları yeniden alevlendirecek kadar etki uyandıran manzum oyunlar, bu tarihten itibaren yayımlanmaya başlanır.

Ders içerikleri ve stratejilerle ilgili mutlaka uzman inekle.com öğretmenleriyle iletişim kurarak değerlendirme yapmalısınız.

Leave a Comment