Büyük Buhran’ın Etkileri
1929 yılında kapitalizmin gördüğü en büyük kriz yaşanmıştır. ‘Büyük Buhran’ olarak adlandırılan bu kriz belki de II. Dünya savaşının en büyük nedenlerinden biri olmuştur. İktisadi olarak yaşanan kriz sosyal ve siyasi alana taşınmış böylece küreselleşmiştir. Bunun sonuçları tüm dünya açısından çok ağır olmuştur. Özellikle Avrupa’da radikalleşmenin güçlenmesinde ve meşruiyet kazanmasında etkili olmuştur.
Örneğin 1928 yılında Nazi partisi seçimlerde sadece %2,5 oy almış, aynı parti 1932 yılında oy oranını %’e çıkarmıştır. Partinin programı ve lideri değişmezken oyların bu kadar değişmesinin sebebi 1929 ekonomik krizidir. 1929 ekonomik krizinin nasıl toplumsal ve politik krizlere ulaştığını buradan anlayabiliriz. Ayrıca sadece Almanya’da değil Yunanistan, Bulgaristan ve Yugoslavya gibi ülkelerde de faşist yönetimler iktidara gelmiştir.
Versay Barış Antlaşması (1919) sonrası ilk on yılı anlatacak olursak Locarno Antlaşması (1925) imzalanana kadar olan dönemde savaşın etkileri ve barış antlaşmalarının getireceği düzenin oturtulmaya çalışılması, Avrupa’da uluslararası ilişkilerin genel görüntüsüdür. Locarno Anlaşmasıyla beraber ortaya çıkan devletlerarası yumuşama ve hatta iş birliği dönemindeyse, özellikle barışın sürekli hale gelmesi için gerekli altyapının kurulması çabaları yani başka bir deyişle silahsızlanma çabaları, bütün uluslararası eylemlerin yoğunlaştığı nokta olmuştur.
Büyük Buhran
Dünya, savaş sonrası sürekli bir barış için mücadele ederken 1929’da ortaya çıkan Büyük Buhranın etkileri yavaş yavaş tüm dünyaya yayıldı. Bu ekonomik dalgalanmalar dünyanın siyasal yapısını da etkilemiş böylece siyasal buhranların da art arda patlak vermesine ve İkinci Dünya Savaşı’nın olmasına neden olmuştur.1931’de, Japonya’nın Mançurya’ya saldırmasıyla buhranlar zincirinin ilk halkası tamamlanmış oldu.
Doğu’da Japonya, Mançurya’yı işgal ederken Avrupa’da da sıcak gelişmeler yaşanıyordu. Özellikle 1929 ekonomik krizinin getirdiği karamsar hava işleri tersine çevirecek biçimde şekilleniyordu. Özellikle Almanya özelinde işler o kadar karmaşık hale gelmişti ki, önceki seçimlerde neredeyse oy alamayan Nazi Partisi kendini birden iktidarın en güçlü adayları arasında bulmuştu.
1932 seçimlerinde en çok oy alan ikinci parti konumuna gelmiş olan Nazi Partisi, Cumhurbaşkanı Mareşal Hindenburg’un 30 Ocak 1933’te Hitler’i şansölye olarak atamasıyla kendini birden iktidarı paylaşırken buldu. 1934 yılında Hidenburg’un ölümü ile beraber Hitler kendini başkan ilan etti. Hitler bir halkoylaması ile cumhuriyet yönetiminin feshini onaylattı. Artık diktatörlük resmen kurulmuştu.
Iı. Dünya savaşı’nın provası
Almanya’da Hitler yönetime geçerek Versay Antlaşması’nı yok saydı ve ordu kurarak Almanya’yı tekrar silahlandırdı. Bu durumdan hoşnut olmayan İngiltere ve Fransa ise sesini çıkarmadı çünkü bu faşizmin Sovyetlere karşı komünizmi dengeleyeceğini düşünüyorlardı. Bu arada Alman gönüllüler, İtalyan gönüllüler ile beraber II. Dünya Savaşı’nın provası sayılan İspanya İç Savaşı’na katıldı. Bu iç savaşın kazanılması Hitler’i daha da saldırgan bir kimliğe bürüdü. Hitler Avusturya’yı ilhak etti ve Çekoslovakya’yı ele geçirdi.
Hitler, Versay Antlaşması ile yasaklanmasına rağmen Avusturya topraklarını yeniden Almanya’ya bağlanmasını istedi ve bunu yapmak adına 1933’ten itibaren adımlar attı. İlk başta bunu herkese göstere göstere Alman orduları ile yapmak yerine Nazi Partisi’nin oradaki kolu ile yapmaya çalıştı. Avusturya’daki Nazi üyelerine yardımlar gönderdi, sonunda baskı altında kalan Avusturya hükümeti 1938’in Şubat ayında İçişleri Bakanı olarak Nazi Partisi başkanı olan Seys-İnquart’ı seçti.
12 Mart 1938
Sonrasında istifası istense de artık iş işten geçmiş Seys-İnquart Alman ordusunu çağırmıştı. 12 Mart 1938’de Alman orduları Avusturya’ya girdiler. Bir ay sonra yapılan referandum da Avusturya’nın Alman topraklarına girmesi büyük çoğunlukla kabul edildi. Hitler, bu olaydan sonra da boş durmadan gözünü Südet bölgesine dikti. Südet bölgesi Çekoslovakya’nın elinde bulunuyordu ve bu bölgede 3 milyona yaklaşık Alman’ın varlığı biliniyordu. Hitler yine aynı politikayı izleyerek oradaki Nazi Partisi’ne destek sağladı ve Eylül 1938’de bu bölgenin kendisine verilmesini istedi.
Almanya’nın bu saldırgan tavırlarına karşı fazla ses çıkaramayan İngiltere, Fransa ve İtalya Hitler’in bu son tavrına karşı 1938 Eylül’ünün sonunda Münih Konferansı’nı yaptılar. Bu konferansta İngilizler ve Fransızlar ordularının olası bir savaş durumunda yetersiz olduğunu bildiklerinden fazla direnmediler ve Südet bölgesini Almanya’ya bıraktılar.
Ayrıca bu konferansta özellikle Polonya’ya saldırılmaması istenmesine ve saldırılması halinde bunun bir savaş nedeninin olacağının bildirilmesine rağmen Hitler 1939 yılında Polonya’yı da işgal etti. Aslında buradan da anlaşılacağı üzere Avrupa’daki siyasal iklim Hitler’i korkutmuyor aksine cesaretlendiriyordu. Avrupa’daki bu siyasal iklimin mimarı ise İngiltere ve dönemin İngiltere Başbakanı Chamberlain’di.
Münih Konferansı
Münih Konferansı’ndan sonraki aylarda Hitler giderek daha da güçlendi. Diğer ülkelerin tepkisizliği karşısında başka topraklara girmenin kolay olduğunu anlamıştı. Bu sefer Çekoslovakya’nın tamamına göz dikmişti. İlk önce Slovakya’nın bağımsızlığını ilan etmesini sağladı sonrasında ise Çek Başkanı Hacha’yı bu bağımsızlığı kabul etmeye zorladı. 1939 yılında Alman orduları Prag’a girdi ve geri kalan tüm toprakları da ilhak etmiş oldular. Hitler bu olaydan birkaç gün sonra Memel bölgesini kendisine bırakması için Litvanya’yı zorladı, bu isteğinde başarılı da oldu.
Hitler’in Çekoslovakya’yı almasından sonra İngiliz ve Fransız başkanlarının olayların farkına varmasını sağladı çünkü Hitler ilk defa Alman olmayan bir işgal etmişti. İngiltere ve Fransa en başta tepki vermeyerek hata ettiklerini anladı ama yine de Avrupa bir savaşın çıkması durumuna karşı çıkıyordu. Bu çekingenlik nihayetinde Mussolini’yi de cesaretlendirdi ve 1939’un Nisan ayında İtalya Arnavutluk’u ilhak etti. İkinci Dünya Savaşı’nın bir bloku olan Mihver güçlenmeye başlamıştı. İtalya’nın Arnavutluk’u ilhak etmesinden yaklaşık bir ay sonra ‘Çelik Pakt’ adını verdikleri bir ittifak anlaşması imzaladılar. Bu anlaşmaya göre bu iki ülke herhangi bir savaş durumunda birbirlerine her türlü yardımı yapacaklardı.
Polonya Koridoru
Bu olaylardan sonra Hitler Polonya’dan, Danzig şehrinden geçen ‘Polonya Koridoru’ üzerinden geçiş hakkı istedi. Polonya’daki Naziler de bu şehrin Almanya’ya bağlanmasını istiyorlardı. İngiltere ve Fransa tarafından sınırlarının güvenliği garanti edilmiş olan Polonyalılar ise Hitler’e karşı direniyorlar bir yandan da Sovyetler ile anlaşmaya varmaya çalışıyorlardı. Stalin’de Hitler gibi geçiş hakkı istiyor ama Polonya ise bu istemi reddediyordu.
Bu uzlaşamama hali yine Hitler’e yaramıştı. Fransa, İngiltere ve Sovyetlerin arasındaki görüşmelerin sonraya ertelenmesinden yararlanan Almanya, Dışişleri Bakanı von Ribbentrop’u Moskova’ya gönderdi. Sonrasında ise Ağustos 1939’da Almanya ile SSCB arasında ‘Saldırmazlık Paktı’ imzalandı. Bu haberden sonra Avrupa adeta bir şok geçirdi, hiç kimse ideolojik olarak birbirinin zıttı olan bu iki ülkenin böyle bir anlaşma yapacağını beklemiyordu.
Aslında on yıllığına imzalanan bu pakt hem Stalin hem de Hitlerin menfaatineydi. Stalin zaman kazanmış olacak Hitler ise tek cephede savaşmış olacaktı. Ayrıca bu saldırmazlık paktı imzalanırken yapılan görüşmelerdeki gizli anlaşmalarla Polonya kendi aralarında paylaştırılıyor ayrıca Doğu Avrupa başta olmak üzere belli başlı yerlere hakimiyet bölgesi kurulması öngörülüyordu.
Bu gizli anlaşmalardan sonra Polonya’nın da akıbeti belirlenmiş oldu. Nazilerin tamamen düzmece hazırladıkları bir sınır ihlal etme olayından sonra, Almanlar 1 Eylül 1939’da Polonya’ya girdi, Danzig işgal edildi. Artık olaylar son raddeye gelmişti, 3 Eylül 1939’da Amerika tarafsızlığını İtalya ise savaşa dahil olmayacağını ilan etti. Fransa ve İngiltere ise Almanya’ya savaş açtılar. İkinci Dünya Savaşı resmen başlamıştı.
Evinizden online özel ders almak ister misiniz? Sitemizi inceleyin.