Köy Enstitüleri

Sevgili inekle Blog Okuru, merhaba. Ben sözel ders öğretmeni Efe ALAŞALVAROĞLU. Bugün, çağdaş eğitim kurumlarının öncülerinden ve 8 yıla yakın Milli Eğitim Bakanlığı görevinde bulunarak ülkemize eğitim alanında büyük katkılar sağlamış Hasan Âli Yücel’i ve temellerini attığı Köy Enstitüleri’nden bahsedeceğim.


1930’lu yıllarda, savaşın getirdiği yorgunluk ve eğitime yeteri kadar önem verilememesi Mustafa Kemal’in aklında yeni fikirler canlandırmasına sebebiyet vermişti. Özellikle %90-95’lik dilimin okuma – yazma dahi bilmemesi bu konuda işinin ne denli zor olacağının göstergesiydi. Mevcut eğitim sisteminde oldukça az olan öğretmen sayısı, işleri çıkmaza sürüklüyordu. Az sayıdaki öğretmenler de şehirlerde yetiştiğinden nüfusun %80’inin yaşadığı köylere adım atmak istemiyorlardı. Bu nedenle eğitim, tekelleşmişti. Köylerde toprak ağaları, şehirlerde de zengin kimseler eğitimi evirip çevirebiliyorlardı. Mustafa Kemal, köy ahalisinin mutlak gelişmesine olan inancını bir an olsun sekteye uğratmıyor ve bu şiarda çalışmalarına son sürat devam ediyordu.

Köylerde eğitim verecek öğretmen olmaması, dönemin Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan tarafından dillendirilmiş ve bu doğrultuda CHP’nin 1935 kurultayında oluşturulan görüş ve projeler kapsamında okuma-yazma bilen çavuşlar Eskişehir-Çifteler’de eğitime alınıp sonucunda donanımlı öğretmenler olarak köylerine eğitim sağlamak maksadıyla gönderilmişlerdi. Daha sonra Mustafa Kemal’in vefat etmesiyle proje, beklenenin aksine, yarım kalmamış ve yeni Maarif Bakanı Hasan Âli Yücel ile İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç tarafından üstüne konularak ilerletilmiştir. Sürecin başlangıcında İsmail Hakkı Tonguç, köyleri tek tek gezerek raporlar hazırlamıştır. Bu raporlar sonucunda öğretmenlerin yeni nesil olması gerektiği ve işlerini severek, istekli yapmalarının ön koşul olması gerektiğine karar vermişti.

Açılan en önemli enstitülerden biri olan Hasanoğlan Köy Enstitüsü kurulmuştu. Köylü çocuklar, burada sabah uyandıklarında güne halk oyunlarıyla başlıyorlar, sonrasında kendi hazırlayıp pişirdikleri yemeklerle kahvaltı yapıyorlar, İstiklal Marşı’nı okuduktan sonra okuma saatinde Hasan Âli Yücel’in tercüme ettirmiş olduğu dünya klasiklerini okuyorlardı. Evrensel fikirlere oldukça önem veriliyordu. Sonrasında daha kitabî bilgiler verilmek üzere ders başlasa da bu sınıf ortamının alışılmışın aksinde tartışmaya dayalı, deney, gezi, gözlem yoluyla eğitimi amaçladığı söylenebilir. Örneğin tuğla ve inşaat malzemelerinden hareketle geometri, matematik gibi alanlarda uzmanlaşırken aynı zamanda da ev yapmayı kabataslak öğreniyorlardı. Marangozluk atölyelerinde de durum farklı değildi, ihtiyacı olan şeyleri nasıl elde edebileceklerine yaparak – yaşayarak yani Dale’ye göre de en kalıcı şekilde öğreniyorlardı. Günün bir sonraki safhası da tarım alanlarında modern tarım teknikleri öğrenmekti, burada ekip biçtikleri mahsulleri sabah kahvaltılarında, akşam yemeklerinde yine birlikte yiyorlardı. Öğrendikleri tarım metotlarını yarın mezun olduklarında kendi köylerinde kullanmak ve bunları diğer öğrencilere öğretmek esas gayeydi. Tarım gibi önem verdikleri bir diğer husus da sanattı, Türk kültürüne has çalgılar da öğretilirdi. Burada en dikkat çekici şey de enstitüde eleştiri günü olmasıydı.

Cumartesi günü öğrenciler, öğretmenler ve müdürler bir araya gelerek birbirlerini bilimsel metotlarla kimsenin kayrılmayacağı şekilde eleştirirlerdi. Kişi, savunmasını yükseğe çıkarak herkesin önünde yapardı. Bu, onun hem kendini ifade etmesini hem hitâbetini hem de retoriğini geliştirirdi. Gelişmişlik emareleri yalnızca bununla sınırlı kalmamaktaydı, öğrencilerin dünya klasiklerini tüm köylülerin huzurunda oluşturdukları amfi tiyatroda sahneledikleri görülmekteydi. İşin yönetsel kısmı da kusursuza yakın ilerlemekteydi, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç; köylere yaptığı bir ziyaret sonucunda şöyle bir genelge oluşturmuştur ve oldukça dikkat çekicidir: ‘’Hiçbir öğretmen, hiçbir öğrenciye el kaldıramaz. Kötü söz söyleyemez. Eğer yaparsa öğrencinin de aynı şekilde mukabele etmek hakkıdır.’’ diyerek herkesin haddini bilmesi gerektiğini kibarca ifade etmiştir.

Buradan mezun olan öğrenciler, köylerine öğretmen olarak geri dönüyorlar ve kendileri gibi gariban köylülere dokunarak onları eğitimle yüceltiyorlardı. Her şey yolundaydı ve bu enstitüler Atatürk’ün istediği şekilde meyvelerini vermeye başlamışlardı. Ancak daha sonrasında köylerde nüfuz sahibi ağalar, eğitimin artmasıyla kendi isteklerini dikte edebilecek bir kesim bulamamaya başlamışlardı. Bunun üzerine bu sisteme çamur atma yarışına girdiler. Kızlı erkekli eğitim, okunan kitaplar, sözde komünizm propagandası bahane edilerek belki bugünün Türkiye’sini bir dünya gücü yapabilecek sistem basit ihtiraslara kurban gitti. İçlerinde CHP vekillerinin de olduğu ağalar, oy tehdidi ile enstitülerimizi kapattırdılar. Aynı dönemlerde ABD’yle imzalanan Truman Doktrini ile de köy enstitüleri resmen kapatılmasa da ruhu kaybettirildi, mobbing uygulandı. 1954’de Demokrat Parti’nin iktidar oluşuyla da resmen kapanan köy enstitülerinin yerini imam hatip okulları aldı.

Bugün sizlerle farkındalığının oluşması gerektiğine inandığım ve bir eğitimci olarak ilerleyen süreçte benzeri bir uygulamanın hayata geçirilmesiyle daha aydınlık bir Türkiye yolunda dev bir adım atılacağının farkına varılması gerektiği hususunu konu alan bir yazı kaleme aldım. 15 yıl bile sürmeyen bir tedrisat olmasına karşın yetiştirdiği önemli insanlarla bize nasıl hizmet ettiğini defalarca önümüze sürmekten bıkmayan usanmayan enstitülerimizden mezun (nice edebiyatçılar, profesörler, siyasetçiler) bazı isimler şunlardır: Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Dursun Akçam, Adnan Binyazar, Fikri Cantürk…

Efe Alaşalvaroğlu

28.04.2023

Leave a Comment